Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımlamasına göre; 20. gebelik haftasından sonra doğumun ağrıların başlaması, suyun gelmesi ya da başka bir nedenle 37. gebelik haftasından önce gerçekleşmesi “erken doğum” olarak adlandırılır.
Normal gebelik süreci 37-42 hafta arasındadır. Erken doğumların yaklaşık olarak;
Toplumdaki sıklığı %10-12 arasındadır; ancak erken doğum için yüksek risk oluşturan hasta gruplarında bu oran daha çok yükselmektedir.
Dünyada her yıl 13 milyon prematüre bebek doğmakta ve bunların 1 milyonu henüz 1 yaşına girmeden kaybedilmektedir. Anne karnındaki bebek ve yeni doğan (ilk 28 gün) dönemindeki tüm ölümlerin %80’i erken doğumlardan kaynaklanmaktadır.
Çok düşük ağırlıklı yani 750 gramın altındaki bebeklerin yaşama şansları günümüz modern tıp imkanları ile sağlanabilse de; bu grup bebeklerin bir kısmında ileride okul başarısında düşüklük, görsel motor fonksiyon bozuklukları ve çeşitli sosyal uyum sorunlarının ortaya çıkabileceği bilinmelidir. Çocukluk çağındaki nörolojik problemlere baktığımızda bunların % 50’sinden prematür doğumun sorumlu olduğu gözükmektedir.
Rahim içi ve dışı enfeksiyonlar, çoğul gebelikler, amniyon mayiinin (zarın içindeki sıvı) fazla olması, rahmin yapısal anormallikleri, rahim iç tabakası içindeki kanamalar, genetik faktörler ve doğumu başlatan fizyolojik mekanizmaların erkenden tetiklenmesi erken doğumun başlıca nedenleri arasında sayılabilir.
Risk faktörlerinin yani anne kilosu ve yaşının ideal aralıkta tutulması, çalışma şartlarının uygun olması, iki gebelik arası geçen sürenin 1 yıl üzerinde olması, sigara ve diğer kötü alışkanlıklardan uzaklaşılması ve olası erken doğum eyleminin öncü belirtilerinin (Bel-kasık ağrısı, vajinal akıntı miktarında artış, su gelmesi, vajinal kanama) hasta tarafından erken fark edilmesi, gebelikte erken doğum açısından önemli olan enfeksiyonların taranması, tedavi edilmesi ve doktora başvurulması ile gerekli önlemleri almak mümkün olabilmektedir.
Su kesesi yırtılan gebelerde çoklu antibiyotik tedavisi hamilelik sürecini uzatsa da su kesesinin normal olduğu ve kanıtlanmış enfeksiyonu olmayan durumlarda antibiyotik tedavisinin faydadan çok zararı olabilmektedir. Bebek yaşamına yapılacak en önemli katkılardan biri de doğumun çok yakında olacağı tahmin edilen hastalara “kortikosteroid” denen ilacın uygulanması ile bebekte oluşacak akciğer gelişme yetersizliğine bağlı solunum problemleri, beyin içi kanama ve bağırsak problemlerinin en aza indirilmesini sağlamaktır.
Özellikle son yıllarda geçmişinde erken doğum öyküsü olan gebelerin hamileliliklerinde uygulanan “progesterone” tedavisinin riski anlamlı derecede azalttığına dair kesin kanıtlar vardır. Son dönemde yapılan araştırmalarda rahim uzunluğunun kısa olduğu durumlarda uygulanan progesterone tedavisinin de erken doğumu azalttığına ait veriler bildirilmiştir.
“Tokolitik” denilen doğum ağrılarını durdurabilen ilaçların kanıtlanmış etkinliği ancak 48 saat içindir. Bu süre de kortikosteroidlerin anneye yapılması, doğum ve yeni doğan ünitesinin organizasyonu için yeterli zamanın kazanılmasına katkıda bulunmaktadır. Tokolitik ilaçların etkinliği hemen hemen birbirine eşittir. Hangi ilacın seçileceği hastanın klinik durumuna ve doktor tercihine bağlı olarak değişebilmektedir. Ancak bu ilaçların çok uzun süreler kullanılması tavsiye edilmemektedir.
Erken doğumun önceden tahmin edilip saptanması zordur. Bunun başlıca nedeni, erken doğumun ilk bulgu ve belirtilerinin normal gebeliklerde de görülebilmesi ve bu nedenle hastaların şikayetlerinin bir kısmının yeterince iyi değerlendirilememesidir. Rahim ağzı (serviks) açıklığının muayene ile değerlendirilmesi, hastanın ağrılarının sıklığı ve süresi, ultrasonografik yöntemler, anne kanı ve amniyon sıvısı içindeki birtakım biyokimyasal belirteçler erken doğum tahmininde kullanılan yöntemler arasındadır. Bu yöntemler ile erken doğum klinik bulguları ortaya çıkmadan risk grubundaki hastalar saptanabilir hem de erken doğum eylemi ile başvuran hastaların tanısı ve ileri değerlendirmesi mümkün olabilmektedir.
Özellikle tekrarlayan erken doğum, rahim içinde veya ciddi vajinal enfeksiyon saptanan ve su kesesinin erkenden açılması gibi öyküleri olan hastalar; çoğul gebelikler, tüp bebek yöntemleri sonrası oluşan gebelikler ile anne karnında fetüslerin sayılarının azaltıldığı hasta grubu (üçüz, dördüz) için erken doğum riski için üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
“Erken doğum tahmin, tedavi ve korunma” programı altında başlatılan program ile özellikle erken doğum için risk taşıyan gebeleri tanımlamak önemli olmaktadır. Bu hasta grubunda gebelik başında ve hatta öncesinde başlatılan takip protokolünde, hastaya bireysel riskin değerlendirildiği periyodik ve sık izlem yöntemi uygulanmaktadır. Bu aşamada hastalar davranışsal, demografik (Yaş, doğum sayısı, önceki gebelik hikayesi, sigara vb.), beslenme, mevcut gebelik ve biyofizik (Rahim ağzı açıklığı ve ultrasonografik bulgular) özelliklerine göre gruplandırılıp değerlendirilmektedir.
Bu yöntemler ve izlem içinde; vajinal ve rahim içi enfeksiyon taraması, biyolojik sıvılar (rahim ağzından fetal fibronektin, IGFBP-1 tayini) anne kanında ve amniyon mayiinde var olan bir takım biyokimyasal belirteçlerin taranması (AFP, sCRH, interleukin-6, TNF-α) ve ölçümü, servikal ultrasonografi yönteminin daha yaygın olarak kullanılması, hasta eğitimi ve bilgilendirmesi gibi pek çok parametreden yola çıkılmaktadır.
Şu an itibariyle erken doğumun tüm nedenleri maalesef bilinmemektedir. Yüksek risk taşımayan hastalar da erken doğum yapabilmektedirler. Ancak önceki gebeliklerin erken doğumla sonlanmaması ve gebelik izlemi boyunca tetkik, inceleme ve genel sağlık halinin iyi gittiği durumda bu risk çok daha aşağı çekilmektedir.